İbrahim Balaban: Nazım Hikmet’in Köylü Ressam Ali’si


Moskova’dan RTİB’in ve Nazım Hikmet anma komitesinin düzenlediği Nazım Hikmet anmasından daha yeni döndüğümüz günlerin hemen ertesinde büyük bir ustayı daha kaybettik. Nazım Hikmet’in öğrencisi ressam İbrahim Balaban…

İbrahim Balaban (Yüzümde Nazım İzi Var, Güney Özkılınç kitabından)
Bir dönem artık kapanıyor ve yerleri doldurulmaz bir boşluk içerisinde kalıyor hayat. Dönemin temsilcileri birbir giderken, canlı tanıklar artık yaşamımızın hafızalar kısmında yerini alıyor. Rusya’da Mimarlık dergisinde yazdığı “Hayal Ediyorum” makalesinde, “mesleğim gereği mimarlıkla aramızda kopmaz bir kan bağı var” demişti Nazım Hikmet. İster şiir, ister resim, ister müzik, ister edebiyat  yani sanatın her dalında her sanat eserinin temelinde bir mimari düşünüş ve kompozisyon prensibi yatar derken mimarlığın bütünlüklü ve yaşamın içerisindeki  kültürel bağlarına dikkat çekiyordu büyük usta. İbrahim Balaban ilk derslerini Bursa Cezaevin’de işte böyle bütünlüklü düşünen bir ustadan Nazım Hikmet’ten almıştı. Demir parmaklıklar arasından sanatın yaşamı nasıl özgürleştirdiğini, yıkılmaz, kesintisiz bir kültür ve köprülerin nasıl inşa edilebileceğini orada öğrenmişti. İyi bir öğrenciydi İbrahim Balaban, resimle birlikte sosyoloji ekonomi-politik ve felsefe dersleri de aldı Nazım Usta’dan. Hayata bütüncül bakmanın gereğiydi bunlar, tıpkı mimarlık gibi hayatın her şeyine dokunan, her şeyini sanatının içerisinde var eden. Nazım Hikmet Kemal Tahir’e yazdığı mektubunda İbrahim Balaban için şunları yazmıştı.

Çocuk bir cihandır: 23 Nisan istiklalin ve istikbalin bayramı kutlu olsun


Bu yazı 23 Nisan 2019 tarihinde Gazete Duvar'da yayınlanmıştır.


Her mekânın arkasında bir hikaye vardır. Zaten mekânın değerini ve temsiliyetini yaratan şeyde o hikâyedir, yaşanmışlıklardır. Cumhuriyetin başkenti Ankara bu açıdan paha biçilmez bir değerdedir. Korumaya çalıştığımız her mekânın hikayesinde Cumhuriyet ideolojisi yatar ve siz onu bulup çıkarttığınızda hayran olduğunuz bir deha ve bir sistem çıkar karşınıza. Ankara’yı savunurken pek çok kez aynı duyguyu hissettim. Atatürk Orman Çiftliği’nde, İller Bankası’nda, Baraj Gazinosu’nda, Su Süzgecinde, Havagazı Fabrikası’nda, Etibank Binasında, Saraçoğlu Mahallesi’nde, Şeker Fabrikasında, Cumhuriyetin kamusal, devrimci, eşitlikçi, özgürlükçü, halkçı, laik bakışı yani bir devrimin hikâyesi çıktı hep karşımıza. Belki de ömrümüzün yarısını verdiğimiz bunca uzun soluklu mücadelede bize güç veren de bu hikaye oldu.

31 Mart Yerel Yönetim Seçimlerine Giderken

Bu yazı 24Şubat 2019 Tarihinde OdaTV de yayınlanmıştır. Yazının tamamına buradan ulaşabilirsiniz


Genel seçim havasına bürünmüş bir yerel seçimle karşı karşıyayız. Suskunluk hakim... Böylesi dönemler tahmin edilemeyen tepkilere neden olabilir. Sandıktan tüm siyasetin ve siyaset yapma tarzının çöktüğü bir sonuçta çıkabilir. Herkes umutsuz ve öfkeli… İktidara öfkeli ancak karşısına koyabileceği alternatif de yok. Tüm adaylar projeler açıklıyorlar. Kişisel olarak kimsenin projelere bakıp oy vereceğini düşünmüyorum. İki kriter önemli olacaktır, oy vermede diye düşünüyorum; Birincisi rejim değişikliği ile en üst noktaya çıkan gelecek ve yaşam tarzına müdahale kaygısı, iktidarın yerelde el değiştirmesinin yaratacağı adalet ve demokrasi beklentisi. ikincisi ise, içinde yaşadığımız kriz, ücretsiz ulaşım, ucuz su, ucuz gıdaya erişim vb. yani vatandaş cebine gireceğe bakacak. Bildirgelerde de en çok bu konular gündem haline geliyor. Suyun ucuzlatılması mesela… Muhalefet bunu söyleyince iktidar daha seçime gitmeden suda indirim yaptı.  


Yerel yönetim seçimlerine giderken: Toplumun hislerine tercüman olmak

(bu yazı 6 Kasım 2018 tarihinde Gazete Duvarda yayınlanmıştır

Siyaseti aşağıdan yukarıya ören, yerel siyasetle gelecek kurgusunu bilimsel bilginin ışığında oluşturan bir kentsel siyasetin kendisi, gerçekte siyasetin geleceğidir. Halk için, halkla birlikte, halk tarafından bir yerel yönetim politikası zorunluluktur. Özgücüne güvenen ve örgütlenmiş yerel yönetimler, sandık güvenliğinin de, salt seçime endekslenmeyen gelecek örgütlenmesinin de, yeni bir yaşamı nüvelendirmenin de sigortasıdır.

Bazı anlarda  konuşan ile dinleyen arasında bir geçirgenlik, bir duygu bağı kurulur. İşte tam da böyle bir ortamda en çok duyulan şey “hislerime tercüman oldunuz” sözleridir.
Hislere tercüman olmak, karşılıklı bir duygusal geçirgenliktir, samimiyettir, hesapsızca derdini anlatmak, umutsuzluğa kapılmış yüreklere, yapayalnızlık içerisinde bir başına ne yapacağını bilememe haline umut katmaktır. Bütün bu satırların yazılmasına vesile olan Denizli’de yaptığımız sunumların yüreklerdeki yansımasıydı. Yerel seçimler sürecine giderken ön sıralarda, gözyaşlarını tutamayan bir kadının, “nasıl iyi geldiniz bize”, sözlerinden cesaret alarak o umut ve enerjiyle bu kez de yazmak istedim. Çünkü yaşadığımız gerçeklikte giderek toplumun büyük bir çoğunluğuna sirayet eden kimsesizlik ve umutsuzluk hissiyatını ve nedenlerini birbirimizle paylaşabilirsek bu hepimize iyi gelecek. Böylece bir toplumsal terapi gibi hissiyatımızı paylaşarak, yalnız olmadığımızı bilerek, yaralarımızı sarıp, mücadele enerjimizi toparlayabileceğiz. Kim bilir belki de ihtiyacımız olan, toplumsal hissiyatın örgütlenmesidir.

“Halkın Sarayları” Moskova Metrosu


Tezcan Karakuş Candan(*)Bu yazı 24.08.2018 tarihinde Gazete Duvar da  yayınlanmıştır.

Devrim ile başlayan metro yapımı, köklü bir altyapı ile geleceği belirleyen bir alt yapı devrimini de oluşturmuş. Yönetenler değişse de sistem değişse de kriz olsa da devrimin metrosu, güçlü gelecek öngörüsü ve planlaması ile büyüyor gelişiyor.